Kararlıyım, İsa’nın ekmeğini yiyeceğim er geç… Amerika’ya da saygılar buradan… Sokakta yürüyorum yine yeri izleyerek. İşçi kostümlü bir adam gördüm yerde, bareti bile başında, yatıyor öyle sırtı göğe bakarak. Üstü başı çamur içinde. Kostümü sarı kırmızı, gözleri dahi sarı kırmızı, bareti sarı. Kum dolmuş midesine, gövdesinde açılan delikten. Aldım adamı yerden. Eve taşıdım. Çamaşır makinesine doldurdum renklilerle, çoğu siyah renklilerle, bir tek adam sarı kırmızı. Deterjan koydum ön yıkamasız bölmesine deterjan çekmecesinin. Dünyayı döndürdüm o ara kendi ekseni etrafında bir tur, belki iki tur ama zihnimde. Kırk santigrat derecede yıkadım adamı siyahlar içinde. Bir buçuk saat dinledim tıkırtıları, baretli kafası kapağın camına her çarptığında çıkan. Kaskatı dönüyordu içinde makinenin; kıpırtısız, tek parça. Yıkandıkça dirilmedi ama tertemiz oldu, gözleri hala kırmızı ama temiz. Midesine dolan kumlar saçıldı siyahlara. Midesi yıkandı. Makine izin verdiğinde aldım adamı elime. Baktım. “Oldun mis!” dedim ve koydum tezgahın üzerine.